Kitap Tanıtımı |
Hititler... kavgayı hiç sevmezlerdi... Ama ne tatlı, ne sevimli Tanrılar vardı onların. Çadırlarına kadar gelip güreş tutardı kullarıyla. Bütün Tanrılardan kıskanırdı Kavmini. İnanır mısınız, `` Ben kıskanç bir Tanrıyım`` der dururdu, insanın koynuna alası geliyor böyle bir Tanrı`yı. Oysa şimdi öyle mi?.. Annem gelip beni yuvadan aldığında, benim Tanrılarım, krallarım, akreplerim vardı... Çalıştığı gazinolarda adına ``dağlar kızı Reyhan!`` derlermiş. Önceleri çok şeyi gizli tutmaya çalıştı. Sonra utanmamayı öğrendik. O kadar çok şey öğrendim ki, artık bir şey öğrenmek istemedim. Sustum sonuna kadar. Susmalarım bir yerlere sığmadı, mızraklı bir şeyler olup peşime düştüler... Evimiz patates kızartması kokan dünyanın en güzel eviydi. İlk günler misafiri geldiği zaöman, kapıları ardına kadar açıp, gözleri köşe bucak beni arıyor, sonra elime`` afiyet olsun!`` şekerlerinden bir avuç verip, `` bak şu pencereyi açık gördüğünde gelirsin!`` deyip beni sokağa gönderiyor. Sokakta fırından ekmek almaya gelen arkadaşlardan bulup konuşuyorum. ``Çok sıkılıyorum. Biraz daha konuşalım`` diyorum. ``Olmaz!`` diyorlar, ``annem yere tükürdü, tükürüğü kurumadan eve yetişmemiz gerekir.`` Bakıyorum, pencere bir türlü açılmıyor... Bir gün kapı eşiğinde şu ``afiyet olsun!`` şekerlerini getiren Yaşar amcayı öptüğünü gördüm. Annemin bütün saçları minik solucanlara dönüştü.. Saatler sonra, el etek çekildikten sonra, üstünü değiştirip, başını beyaz bir örtüyle bağlanıp, Meryem gibi gelirdi yanıma, dünyanın en tatlı yanaklarını getirirdi. Bir şeyler bulurdu yüzümde, yanan, dönen, parıldayan, öylece ısınırdık, gülerdi, solucanları unuturdum... |