Kitap Tanıtımı |
Eski dünyanın ortasında, Arap
yarımadasının batısında, Hicaz bölgesinin Mekke
şehrinde yetim ve emin bir kul, insanlara yeryüzünün
tek bir sahibinden haber getirdiğinde, başlangıçta
birkaç iyi insandan başka kimse yoktu onu dinleyen.
Derken tevhid güneşi usulca rahmet hüzmelerini
yaymaya başladıkça, küfrün bürûdetinden buz kesen
kalpler de yavaşça erimeye ve hayat belirtisi
göstermeye başladı. Kimileri vahiy güneşinin ilk
dokunuşuyla çözülmeye hazırdı... Ve hiç tereddütsüz
bu hakikatin baharında buluverdiler kendilerini.
Onlardan bir kısmı da ilkler kadar çabuk değilse de
içlerindeki hakikat arayışı batılın kucağında daha fazla
kalmalarına izin vermedi ve tıpkı diğerleri gibi onlar
da vahyin ışığına gözlerini açtılar...
Kimilerine ise ne ötelerden gelen bir
söz, ne de ötelerin elçisi olduğuna dair bu yetim ve
emin kulun elindeki herhangi bir olağanüstü hadise,
kalplerini yumuşatmaya yetmiyordu. Belli ki
içlerindeki kibir putunu bir yetim kırsın istemediler.
Belli ki zifir kuytularında güneş belledikleri şirk
mumunu bir kimsesizin hakikat nefesinin bir çırpıda
söndürmesine razı olamadılar. Kalpleri buz değil taş
kesmişti. Hatta taştan da kaskatı... Oysa nice taşlar
vardı, hakkın karşısında paramparça olan... Ve nice
rahmet kaynaklarına yol veren.
Hâsılı, öncekiler onun eminliğine bakıp
mümin olup gittiler... Diğerleriyse o masumun
yetimliğine takılıp yitip gittiler; bir işaretiyle kameri iki
parça eden elinin üstündeki kudret elinden habersiz... |