İtikat ve Siyaset
ISBN 1003109100079
Yayınevi Yeni Dünya Yayınları
Yazarlar Sadık Ünal (author)
Kitap Tanıtımı Bizi hak yola hidayet eden Allah`a razı olduğu kadar hamd, O`nun Sevgili Habîbi Edibi Muhammed Mustafa Aleyhi`s-salâtü ve`s-safa`ya salât ve selâm olsun. Mevlâ`nın lütfu keremiyle İslâm fıtratı üzerine yaratıldı beşer. Aklın, idrakin, iradenin, ilmin, itkâdın, siyasetin ve bütün özelliklerin, güzelliklerin bilgi kökleri kodlandı öz cevherine insanın. O ki, Allah`ı Rab kabul edip tevhide bağlı kalacağına dair söz verdi ezelde, diğer yaratıklara oranla üstün, keremli ve şerefli kılındı evrende. Onun için yaratıldı âlem; içindekilerle birlikte, melekler bile… Yaratılışı sebepsiz değildi, bu nedenle yaratılış gayesi, takip edeceği yolu, yapacağı görevi, örnek alacağı ve izinden gideceği rehberi de bildirildi kendisine. Buna göre; gayesi Allah`a kulluk, yolu sırât-ı müstakim, görevi fitne-fesat bitinceye ve insanlar huzur buluncaya kadar, insan hakları esaslı âdil bir siyasetle iyilikleri emretmek, kötülükleri yasaklamaktı. İtikâdî, amelî, ahlâkî, içtimaî fonksiyonları yanında; dışa hükmeden ana kumanda merkezi itikad, davranış kültürü ve yönetim sanatı olan siyaset gibi önemli iki özelliğini öne çıkaran öznel ve sosyal bir varlıktı insan. O, Allah katında çok kıymetliydi, fakat kalıbıyla değil, Allah`ın içine üflediği ruhu ile. Onun için şair diyor ki: Ya hâdime`l cismi, etatlibü`r ribha fîmâ fîhi husrânü. Akbil ale`n nefsi ve`s tekmil fedâilehâ, fe ente birrûhi lâ bi`l cismi insânü. “Ey dışına hizmet eden kişi! Hüsran olacak şeyde kazanç mı arıyorsun? (cismin nasıl olsa toprak olacak) Sen içine dön ve faziletini tamamla. Çünkü sen ruhunla insansın, cisminle değil.” Burada ifade edilen “ruh” itikad yani tevhid inancıdır. Eğer insanı insan eden sadece biyolojik yapı olsaydı, müminin; kalbleri olduğu halde gerçeği anlamayan, gözleri olduğu halde hakikati görmeyen, kulakları olduğu halde hakkı duymayan, bu sebeple hayvanlar gibi olan hatta Allah katında onlardan da aşağı olan [7/179] Nemrut, Firavun ve Ebu Cehil gibi münkirlerden farkı olmazdı şüphesiz. O halde insanı aziz eden; tevhid temelli itikadı, rezil eden süflî hevâsıdır. Hz. Ömer`in: “Allah bizi İslâmla şereflendirip bize güç, kuvvet ve itibar kazandırdı” diye ifade ettiği gerçeği, “İslâm bir zamanlar idare ve hüküm diniydi, müslümanlar da azizdi” diye itiraf eder bir ecnebi. Kim olursa olsun paslanarak fıtrî özelliğini ve güzelliğini kaybetmemişse, elmas gibidir vicdanlar. Amellerin aynası niyetin rengini görür ona bakanlar. Niyetler çok önemlidir, çünkü insanlar niyetlerine göre dirilecektir âhirette, ameller niyetlere göre değerlendirilir o âlemde. İşte bu şuur ve anlayışla ele aldım, şu çok önemli ve hassas iki konuyu. Bu çalışmadaki niyetim ne tartışmalı konular üzerinde çatışmacı temrinler yapmak ve ne de modern politik sistemlerin polemiklerine malzeme bulmaktır. Bilakis, nefsine “bu gün Allah için ne yaptın” sorusunu soran Hz. Ömer`in ve “Hesaba çek kendini, Allah hesaba çekmeden seni” diyen Hz. Peygamber`in uyarısını mümin sorumluluğu içinde dikkate alarak, dünya Müslümanlarının bulunduğu müessif hal üzerinde bir durum muhakemesi ve vicdan muhasebesi yapmaktır. Vicdan diyor ki; dünya milletleri arasında bu derekede bulunmamalıydı Müslümanlar. Zira kendilerini medeniyetin zirvesine taşıyacak, insanlığa mutluluk sunacak cevherlerin hepsi onların elindeydi. O halde şimdi ne oldu bugünkü Müslümanlara ki azizken zelil, asilken sefil, zenginken fakir, cesurken korkak oldular? Müslümanların Ebu Gureyb, Guantanamo ve benzeri mekânlarda zalimler tarafından çırılçıplak soyulmalarına, üst üste yığılmalarına, boyunlarına ip takılarak zalimlerin kırbaçları altında hayvan gibi sürüklenmelerine, bu yetmezmiş gibi çırılçıplak ve elleri bağlı mahkûmların üzerine aç köpeklerin salınmasına… Tecavüze uğrayan Müslüman kadınların, intihar etmenin haram olduğu itikadıyla Azrail`e acil çağrı yapmalarına, ölümden imdat beklemelerine, hümanizma adına insanlığını yetirmemiş ecnebilerden bile ses gelirken, dünya Müslümanlarının pusmaları, kısık sesle mırıldanmaları neden? Halkı Müslüman bölgelerin emperyalistlerin şamar oğlanı ve günah keçisi haline gelmesi, gök kubbeyi çatlatırcasına, masum ve mükedder küçük bir kızın, Kudüs`ten: “Ârun aleyküm, ârun aleyküm" `Ey Müslümanlar! Utanın, arlanın` diye semayı inleten çığlığı karşısında Âlem-i İslâm`ın kabristan sessizliğine bürünmesi niçin? Bir zamanlar, kıtalar ötesindeki ecnebi mazlumun bile imdadına koşarken, bu gün âlemin gözleri önünde kolları taşla kırılan, namusları kirletilen kendi mazlumuna yardım edememesinin sebebi nedir? Dünyevî misyonları; insanlığın denge unsuru vasat ümmet ve bütün insanlara şahit/âdil, sözü dinlenir, hak şinas, güzel ahlâkı ve ilm-ü irfanı ile mümtaz, dosta düşmana örnek ve insanlar için çıkarılmış hayırlı bir ümmet olarak iyilikleri emretmek, kötülükleri yasaklamak (Bakara, 2/143; Ali İmran, 3/ 18) iken ne oldu Müslümanlara ki bu özelliklerini kaybettiler? Ve yine Allah (cc); yapmamız gerekirken yapmadıklarımızdan, yapmamamız gerekirken yaptıklarımızdan mutlaka hesaba çekileceğimizi "İzzet ve Celalime yemin olsun ki, yaptıklarından dolayı hepsini; kendilerine peygamber gönderilenleri de, peygamberleri de mutlaka hesaba çekeceğiz (Hicr, 15/92–95; Araf, 7/ 6) diye kesin bir hükümle haber vermişken, nedir bu umursamazlığın sebebi? İşte bu durum karşısında, “adam aldırmada geç git” demek mümkün değildi. Bu sebeple elinizde bulunan kitap yukarıdaki neden ve niçinlere cevap aramak maksadıyla yapılan bir durum muhakemesi ve bir vicdan muhasebesi sonunda hazırlanmıştır. Kitap hazırlanırken kaynak olarak yoğunlukla Kur`ân-ı Kerim ayetlerine, Hadis-i Şeriflere, kelâm-ı kibarlara ve hayatın özeti olan atasözlerine yer verilmiş, genellikle herkesin anlayabileceği bir lisan kullanılmaya özen gösterilmiştir. Dört bölüme ayırdığımız kitabın birinci bölümünde yaratılışa yer verdik önce. Bununla birinci maksadımız; meleklerin, cinlerin, İblis`in ve Âdem`in (as) yaratılışlarındaki öze dikkat çekmekti. Çünkü her şey ve herkes kendi özündeki cibilliyetin gereğini yapacaktı. Aynı bölüm içinde zikredilen iki imtihanın (İblis ile Âdem aleyhisselâmın) arasındaki farkı fark edip hayat mektebinde sınıfı geçmenin yolunu göstermekti ikinci maksadımız. Çünkü Âdem (as) sınıfı geçerken, İblis sınıfta kalmıştı Allah`a iman ve teslimiyet dersinden. Üçüncü maksadımız; İblis`in kibrine, hatasını kabul etmemekteki inadına, inadına mazeret aramasına, Allah`ın bir emrinin onuruna dokunmasına, Yaratıcı`nın emrini içine sindirememesine ve onu nefsine külfet sayması sebebiyle küfre düşüşüne dikkat çekmektir. İkinci bölümde ayırım parametrelerine yer verdik: Yollar, Dinler ve Toplumlar. Çünkü İblis`in, çiğlik edip Allah`a karşı başlattığı itaatsizlik eyleminden sonra hayat yolu ikilenmiş, biri şeytanın, diğeri peygamberin zihniyetiyle şekillenmişti. Bu sebeple önce “yol” kavramını, peşinden yola istikamet veren dinleri ve yolun yolcuları/ toplumlar üzerinde duruyoruz.